8 Mayıs 2018 Salı

Hoyrat

The Death of Socrates, Jacques-Louis David (1787)


Havanın aydınlanmasına birkaç saat kalmış, kafamın içinde Schindler'in listesi gibi dramatik hayaller sıralı. Favorilerimden sakallarıma akan ve en sonunda damlayarak kuruyan su taneleri, rüzgar suratıma ilk estiğinde kendini hatırlatan baş ağrısı... Su birikintilerine basmamaya çalışarak, ama bassa da pek umursamayarak yürünen yollar... Rüzgar, daha fazla rüzgar...

Giydiğin rugan ayakkabının sabahın karanlığında yürürken çıkarttığı o tok ses, kafanda dünden kalan ve bir türlü susmak bilmeyen o şarkı... Uyuyup uyanmak, farklı yerlerde uyuyup gördüğü rüyayı unutmak. Daha fazla acı ve iç karartısından başka bir şey değil.

Evet miniğim, benden bu kadar.
Bedenimin ruhumun dinginliğini daha fazla kaldırabileceğini sanmıyorum.
Kendimi bu bedende sıkışıp kalmış hoyrat bir tay gibi hissediyorum.
Biliyorum, henüz hayatın bana verebileceği her şeyi almadım evet.
Ancak hayata verebileceğim daha fazla neyim kaldı ki?

Şimdi gözlerini sımsıkı kapatıp tekrar açtığında yumruklarını sıkmanın mı vaktidir.
Yoksa toprak olup hayatı yüz üstü bırakmanın mı?

Adının anlamını bilen hoyrat, kızgın, yorgun ve insanın canını sıkan bir adamım ben.
Vakit gülenleri daha çok sevindirmenin değil, yumruğu sıkıp hayattan alman gerekenleri söküp alma vaktidir.
Bu yüzdendir içim ağlarken gözlerine bakıp gülüşüm, Güneş gibi sönüşüm ve ölümün kıyısından dönüşüm...

Unutma asla unutma, derinlerde daha derinlerde en derinlerde...
Maskenin de ardında, ulaşılmaz görünen yerdesin İla...